KUŞAKLAR ARASI SANAT: 'TRILOGY OF TIME'

KUŞAKLAR ARASI SANAT: 'TRILOGY OF TIME'

: “Trilogy of Time” sergisi, Türk sanatının üç efsane ismi Devrim Erbil, Süleyman Saim Tekcan ve Zeki Faik İzer’i, onların mirasını geleceğe taşıyan ikinci kuşağın temsilcileriyle bir araya getiriyor. Renk Erbil ile serginin ortaya çıkış sürecini konuştuk. Söyleşi: Serpil Boydak

The Stay Boulevard Nişantaşı, üç aileyi ve iki kuşağı aynı sergide bir araya getiren “Trilogy of Time”a ev sahipliği yapıyor. Serginin küratörlüğünü üstlenen Renk Erbil, projeyi babası Devrim Erbil ile yıllardır sürdürdükleri üretim geleneğinden yola çıkarak geliştirdi. Erbil’in çocukluk arkadaşı ve proje ortağı Eda Tekcan ile paylaştığı bu fikir, Eda’nın babası Süleyman Saim Tekcan ve İzer ailesinin temsilcileri Zeki Faik İzer ile torunu Ayşegül İzer’in de katılımıyla kapsamlı bir sergi yapısına dönüştü.

Yaklaşık 30 eserin yer aldığı sergi, üç ailenin iki kuşağa yayılan sanatsal mirasını güncel bir bakış açısıyla buluşturuyor. Küratör Renk Erbil, mekânda her aile için farklı bir renk düzeni kurgulayarak sanatçıların özgün ifade biçimlerinin dengeli ve bütünlüklü bir sunumla izleyiciye ulaşmasını hedefliyor.

Renk Erbil ile serginin ortaya çıkış sürecini, eser seçimindeki kriterleri ve üç köklü ailenin aynı sergide nasıl buluştuğunu konuştuk.

Renk Hanım, ‘Trilogy of Time’ sergisinin fikri nasıl ortaya çıktı?
Trilogy of Time, aslında babamla yıllardır birlikte sürdürdüğümüz baba–kız üretim yolculuğunun doğal bir devamı olarak ortaya çıktı. Hem Türkiye’de hem de uluslararası alanda yaptığımız sergilerde, sanatın kuşaklar boyunca aktarılan sürekliliği ve içsel gücü bizim için hep temel bir kavramdı. Bu fikri bir gün çocukluk arkadaşım Eda ile Londra’da paylaşırken “Neden sadece iki kuşakla sınırlı kalalım?” diye düşündük. Babalarımızın yıllara yayılan dostluğu, bizim arkadaşlığımız ve her iki ailenin sanatsal mirası projeyi genişletmemiz için ilham oldu. Ardından Zeki Faik İzer ve torunu Ayşegül İzer’in bu hikâyeye kusursuz şekilde ekleneceğini fark ettik. Böylece üç aile ve altı sanatçıdan oluşan bu güçlü, duygusal ve tarihsel birliktelik ortaya çıktı.

Sergi fikrini Eda Tekcan ile birlikte geliştirdiğiniz için başlangıçta dört kişilik bir yapı oluşmuştu. Zeki Faik İzer’i de aile içinde iki kuşak sanatçı var diye mi sergiye dahil ettiniz? Bu sanatçıları belirlerken hangi kriterler sizin için belirleyici oldu?
Bu sergideki temel kriterim, hayatını sanata adamış ve üretimi bir aile geleneğine dönüştürmüş köklü yapıların bir araya gelmesiydi. Ancak süreç sadece kriterler üzerinden değil, güçlü duygusal bağlar üzerinden de şekillendi. Süleyman Saim Tekcan, babamın uzun yıllara dayanan yakın dostu; Eda ise benim bebeklik arkadaşım… İzer ailesi de hem büyük bir tarihsel miras taşıyor hem de torun Ayşegül İzer’in enerjisi serginin çağdaş ruhuna çok yakışıyor. Bu birliktelik hem profesyonel hem de duygusal açıdan son derece doğal bir akış içinde oluştu.

Bu kadar güçlü bir mirasa sahip üç aileyi aynı sergide buluşturmak hassas bir denge gerektiriyor. Bu dengeyi nasıl kurdunuz?
Kesinlikle öyle. Bu üç büyük ismin ve mirasın aynı çatı altında buluşması, büyük bir sorumluluk ve hassasiyet gerektiriyor. Küratöryel tasarım sürecinde mekânı üç farklı renge bölerek her aileye özel bir alan yarattım. Böylece her sanatçının kendi kişisel sesini duyurabileceği, ama diğerleriyle de uyum içinde titreşeceği bir görsel kompozisyon oluşturduk. Mekân düzeninde hiyerarşi yerine karşılıklı saygıyı, rekabet yerine tamamlayıcılık ilkesini ön planda tuttum. Sonuçta ortaya hem dengeli hem de çok güçlü bir bütünlük çıktı.

Üç ustayı ve üç aileyi bir araya getirdiniz; bu yapıyı kurarken zaman duygusunu sergiye nasıl kurguladınız?
Aslında ben sanatta zaman kavramının çok katı bir çizgi olduğuna inanmıyorum. Sanat var olduğu anda hem geçmişi hem bugünü hem de geleceği içinde taşır. Bu nedenle sergide zaman doğrusal değil; iç içe geçen, katmanlı bir yapı olarak kurgulandı. Üç kuşağın eserleri yan yana geldiğinde ortaya çıkan şey kronolojik bir anlatı değil; birbirine dokunan deneyimler ve ortak bir ruh hâli aslında. Her biri başka bir çağdan seslense de aynı büyük hikâyenin parçaları hâline geliyorlar.

Sergide yaklaşık 30 eser yer alıyor. Bu sayıyı belirlerken ve eser seçiminde kriterleriniz neydi?
Eser seçiminde en önem verdiğim unsur, her bir yapıtın sanatçının ruhunu, enerjisini ve ışığını taşımasıydı. Sergide yer alan altı sanatçı da çok farklı ifade biçimlerine sahip. Bu çeşitliliği korumak istedim. Birbirine benzemeyen, aksine birbirini tamamlayan işler seçerek serginin dinamizmini güçlendirdim. Aynı zamanda üç ailenin sanatsal mirasını temsil eden ama çağdaş duyarlılıklarla yenilenen eserleri tercih ettim.

Bülteninizde mirasın sadece korunmadığı, aynı zamanda yeniden inşa edildiği vurgulanıyor. Bu yeniden inşa süreci nasıl gerçekleşti ve sanatçıların üretimlerine nasıl yansıdı?
Buradaki “yeniden inşa” aslında kuşaklar arası dönüşümü tarif ediyor. Hepimiz büyüklerimizden bir çizgi, bir öğreti, bir disiplin miras alıyoruz. Ancak bunu sadece korumuyor; kendi eğitimimiz, deneyimlerimiz ve çağın estetik algısıyla yeniden şekillendiriyoruz. Bu üç aile de tam olarak böyle bir dönüşümün temsilcisi. Babalarımızdan ve dedelerimizden gelen kökler çok güçlü ama biz o kökleri yeni bir ifade diliyle büyütüyor, çeşitlendiriyoruz. İşte bu özgünlük serginin en heyecan verici yanlarından biri.

İzleyicinin bu sergiden nasıl bir duygu veya düşünceyle ayrılmasını hedeflediniz?
En büyük dileğim, ziyaretçilerin bu üç ailenin sanat tutkusunun gücünü hissederek sergiden ayrılması. Hayatlarını sanata adamış insanların ortak üretimi ilham verici bir deneyim olsun istiyorum. İzleyicilerin hem bu mirasa hayranlık duyması hem de kendi hayatlarında sanata biraz daha fazla yer açmaları benim için büyük bir mutluluk olur.

Sergiyi The Stay Boulevard Nişantaşı’nda açtınız. Bu mekânı neden tercih ettiniz? Mekân serginize nasıl bir katkı sağladı?
Stay Boulevard ile Renko London arasında uzun zamandır devam eden çok organik bir iş birliği ve anlayış var. Genç, dinamik ve sanatın değerini bilen bir ekip tarafından yönetilmeleri bizim için çok kıymetli. Stay, yenilikçi sergi projelerine büyük bir açıklık gösteren, sanatla yaşayan bir mekân. Bu nedenle “Trilogy of Time”ın ruhuna en uygun adresin burası olduğunu düşündük. Bizim için The Stay Boulevard Nişantaşı yalnızca bir mekân değil; vizyonumuzla uyum içinde çalışan bir yol arkadaşı.

Hem bir sanatçı hem de bir küratör olarak bu sergide sizi en çok heyecanlandıran şey neydi?
En büyük heyecanım, çocukluk arkadaşım Eda ile birlikte büyüttüğümüz bu fikrin gerçek bir sergiye dönüşmesiydi. Sevdiğim insanlar — babam, Eda, Süleyman Saim Tekcan ve İzer ailesi — aynı çatı altında, aynı hikâyenin parçası oldular. Bu birliktelik hem çok romantik hem de çok nadir yaşanabilecek bir deneyimdi. Hepimiz için unutulmayacak bir anı yarattığımızı düşünüyorum.

Ailenizin mirasıyla çalışma süreci sizde hangi duyguları tetikledi? Bu yolculukta sizi derinden etkileyen bir an oldu mu?
Biz Erbil ailesi olarak çalışkanlığın ötesinde, üretme konusunda neredeyse takıntılı derecede tutkulu insanlarız. Babam 89 yaşında olmasına rağmen her sabah ilk işi fırçasını eline almak… Bu beni hâlâ büyülüyor. Türk resmine katkı sunmak ve onu daha geniş kitlelere tanıtmak bizim için bir görev gibi. Bu misyonun ağırlığı bazen çok büyük görünüyor ama aynı zamanda inanılmaz bir motivasyon kaynağı. Sergi sırasında babamın eserlerini yerleştirirken gözlerindeki ışığı görmek benim için en özel anlardı. Bu yolculuğun aslında bir ömürlük olduğunu çok derinden hissediyorsunuz.

Sergi, sanatın kuşaklar arası yolculuğunu yakından görmek isteyenler için benzersiz bir buluşma. Gitme fırsatınız olursa, aileler arasındaki etkileşimlerin eserlerde nasıl görünür hale geldiğine özellikle dikkat etmenizi öneririm.

“Trilogy of Time” sergisi, 17 Şubat’a kadar The Stay Boulevard Nişantaşı’nın 1. katındaki sergi alanında ziyaret edilebilir.

Google+ WhatsApp