İSTANBUL'UN BİTMEYEN RESMİ

İSTANBUL'UN BİTMEYEN RESMİ

Ayşe Türemiş’in, İstanbul’un mimari detaylarına odaklanan suluboya eserlerinden oluşan yeni kişisel sergisi, “İstanbul: Bitmeyen Resim”, 8 Şubat 2026’ya kadar Mecidiyeköy Sanat’ta ücretsiz olarak gezilebilir. Söyleşi: Serpil Boydak

İstanbul’un hızla dönüşen kent dokusu içinde çoğu zaman fark etmeden yanından geçtiğimiz tarihi ve kültürel yapılar Ayşe Türemiş’in suluboyalarında yeniden görünürlük kazanıyor. Sanatçı, gerçekçi suluboya tekniğiyle ürettiği eserlerinde, kentin mimari hafızasını oluşturan ayrıntılara odaklanarak bizleri yavaşlamaya, durmaya ve yeniden bakmaya davet ediyor.

Mecidiyeköy gibi İstanbul’un en yoğun ve hareketli noktalarından birinde konumlanan Mecidiyeköy Sanat’ta açılan sergi, dışarıdaki hız ve kaos ile içeride kurulan dingin İstanbul anlatısı arasında belirgin bir karşıtlık oluşturuyor. Küratör Özgür Bükülmez’in zaman, hafıza ve mekan ekseninde şekillendirdiği kavramsal çerçeve, sanatçının farklı dönemlerde ürettiği eserleri bir araya getirerek İstanbul’la kurduğu ve bitmeyen ilişkisini görmemizi sağlıyor.
Ayşe Türemiş’in yirmi iki yılı aşkın süredir sürdürdüğü titiz suluboya çalışmalarına retrospektif bir bakış da sunan “İstanbul: Bitmeyen Resim”, yalnızca mimari bir belge niteliği taşımakla kalmıyor; aynı zamanda kaybolan değerlerin, silinen izlerin ve geride kalan boşlukların duygusal karşılığını da görünür kılıyor. Sergi, izleyiciyi de kendi hafızasıyla baş başa bırakıyor.

Sanatçıyla, görünmeyeni görünür kılma arzusunu, kent belleğini ve İstanbul’la bitmeyen ilişkisini konuştuk.

Ayşe hanım, İstanbul’u “bitmeyen bir resim” olarak tanımlıyorsunuz. Bu ifade sizin için neyi anlatıyor?
Sergi, 2003 yılından beri yaptığım çalışmalardan bir seçki sunuyor. “Bitmeyen Resim”, hem İstanbul’un kendisi hem de benim onunla bitmeyen ilişkim için seçtiğimiz bir başlık. Sürekli dönüşen, izlerini kaybeden bu kadim şehrin görsel bir arşivi olması gerektiğini hissedip bu şekilde çalışmaya başlamıştım. Bu süreçte çok şey değişti, bazı şeyler kayboldu ama şehrin kendini tekrar tekrar üretme hâli bitmedi, bitmez… İstanbul benim için sürekli hareket eden, hiçbir zaman sabitlenmeyen bir organizma. “Bitmeyen resim” dediğimiz tam olarak bu.

Basın bülteninizde eserlerinizi üretirken malzeme olarak gerçekçi suluboya tekniğini tercih ettiğiniz yazıyor. Gerçekçi suluboya ne demek?
Suluboya çoğu zaman özgür ve lekesel bir teknik olarak bilinir. Ben o akışkanlığın içinde mimariyi, dokuyu, ışığı oldukça detaylı bir şekilde kurmayı seviyorum.
“Gerçekçi suluboya” dediğim şey, suluboyanın akışkan doğasını korurken aynı zamanda netlik ve keskinlik yaratmak. Bir tür hassas denge: hem akış hem kontrol

Sergide İstanbul’un çoğu zaman fark edilmeyen mimari detaylarına odaklanıyorsunuz. Bu “görünmeyeni görünür kılma” isteği sizin için ne ifade ediyor?
Bence şehir, göz hizamızın biraz üzerinde ve biraz altında saklanıyor. Koşar adım geçtiğimiz sokaklarda inanılmaz detaylar duruyor. Benim için görünmeyeni görünür kılmak, “bakma biçimini” değiştirmekle ilgili. Resimler biraz bunu öneriyor: Yavaşla, dur, yeniden gör.

“Resmetmek istediğim yapılar beni kendilerine çekiyor”

Çalışmalarınızda yer verdiğiniz yapıların sadece fiziksel değil, hikâyesel bir karşılığı da var mı? Resimlerinizin ardında nasıl öyküler saklı?
Her yapı aslında bir zaman kapsülü. Beni çeken de o katman hissi. Bir kapının rengi, bir pencerenin yıpranmışlığı… Hepsi bir yaşam izi.
Bu resimlerin içinde hem kendi belleğimden hem de şehrin kolektif hafızasından parçalar var. İzleyici bunu doğrudan görmüyor belki ama hissediyor. Hikâyesel bir karşılık, bu şehrin neredeyse tamamında mevcut. Düşünsenize, ne kadar çok medeniyete ev sahipliği yapmış…
Resmetmek istediğim yapılar, öncelikle bir his olarak beni kendilerine çekiyor. Ardından araştırma yapıp, mümkün olduğunca tarihleri hakkında bilgi edinmeye çalışıyorum. Böylece zaman zaman hayli çarpıcı hikâyelerine de erişiyorum.

İstanbul’un çok katmanlı yapısı sanatınıza nasıl yansıyor?
Tarihi doku elbette ama yaşayan hâliyle. Artık var olmayan yapıları değil, günümüze ulaşabilmiş yapı ve detayları çalışıyorum. Bunu yaparken de bir tuğla duvarın, ahşap bir pencerenin bugünle kurduğu ilişkiyi göstermeyi tercih ediyorum. Şu anda, benim tanık olduğum haliyle…

Bu özel seçkide yer alan eserleri belirlerken nasıl bir kürasyon süreci izlediniz?
Küratör Özgür Bükülmez, serginin çerçevesini 'zaman, hafıza ve mekan' kavramları üzerine kurdu. Başlık ve kapsam elbette İstanbul. Farklı dönemlerde çalıştığım koleksiyonlardan eserleri kronolojik bir sırayla yerleştirdik. Konu İstanbul olunca zaten bir bütünlük ortaya çıkıyor. Bununla birlikte, bireysel bir algıya da kapı açıyor bu başlık. Zira izleyicinin kendi hafızasında yer eden deneyim ve / veya bilgisiyle örtüşen bir zaman-mekan kavramı, seçkideki eserlerde izleyicinin bilincinde açığa çıkıyor.

“İstanbul çok hızlı dönüşüyor ve hafıza geride kalıyor”

Kent belleği ve mimari üzerine çalışmak sizce bugünün izleyicisi için neden hala önemli?
Çünkü İstanbul çok hızlı dönüşüyor ve hafıza geride kalıyor. Sanat bazen kaydedici bir araca dönüşüyor; bazen de sadece bir farkındalık çağrısı oluyor. Daha titiz, daha korumacı, daha saygılı ve meraklı davranmayı hatırlatıyor aslında. Biraz da estetik bakışın değişimini gözlemliyor…
Bence izleyici bu sergide en çok “kaybolan” şeylerin bıraktığı boşluğu hissediyor.

Resmettiğiniz yapılara baktığınızda sizde uyandırdığı kişisel duygular neler? İzleyicinin de benzer bir duygusal bağ kurmasını ister misiniz?
Fırçayı elime aldığım andan eseri bitirene kadar yaşadığım en baskın duygu, estetik haz. Resim bitip karşıdan baktığımda ise hem koruma içgüdüsü hem de bir tür dinginlik uyandırıyor. İzleyicinin benimle aynı duyguyu yaşaması şart değil; ama kendi hafızasında bir karşılık bulmasını isterim.
Bazen sadece bir “tanıdık gelme” hissi bile yeterli.

“Bu şehirde yaşamak bir şans”

Mecidiyeköy gibi İstanbul’un en yoğun noktalarından birinde sergi açmak sizin için nasıl bir anlam taşıyor? Mekanla eserler arasında nasıl bir ilişki var?
İlginç bir karşıtlık yaratıyor: Dışarıda hız ve kaos, içeride ise sakin bir İstanbul gezintisi. Mekan bu kontrastı destekliyor ve bence eserler tam da bu zıtlığın ortasında daha güçlü konuşuyor. Burada, İBB’nin özenle düzenleyip farklı bir kurguyla hayatımıza kazandırdığı bu kamusal alanın katkısından söz etmek gerekir. Şehre soluk aldıran, kültür yaşamını güçlendiren projeleri ve destekleri için İBB Miras ve İBB Kültür’e bir İstanbullu olarak teşekkürlerimi sunuyorum.

Bu sergi, sanat yolculuğunuzda nasıl bir yerde duruyor? Önceki çalışmalarınıza kıyasla sizi dönüştüren yönleri oldu mu?
Bu sergi, kendime ve çalışmalarıma durup bakma fırsatı verdi. Yola çıkış amacımın ne olduğunu ve yolun kendisinin ne kadar anlamlı olduğunu hissettim. Bir İstanbul sever olarak sanatımla şehrin ruhunu korumaya kendimce katkı sağlamaya çalışıyorum. Elimden geldiğince, bu şehirde yaşamanın ne büyük bir şans olduğunu izleyiciye aktarmaya çalışıyorum. “Bakmak yetmez, görmek gerekir.” Bütün çabam bu.

Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim Ayşe hanım
Ben de teşekkür ederim

Ayşe Türemiş’in röportajda dile getirdiği “Bence izleyici bu sergide en çok ‘kaybolan’ şeylerin bıraktığı boşluğu hissediyor” cümlesi, sergiyi gezerek deneyimlenmeyi özellikle anlamlı kılıyor. İzleyiciye kalan ise bu sergide hangi boşluklarla karşılaşacağını kendi hafızasında keşfetmek.

“İstanbul: Bitmeyen Resim” sergisi, 8 Şubat’a kadar pazartesi hariç her gün 10.00–18.00 saatleri arasında Mecidiyeköy Sanat’ta ücretsiz olarak ziyaret edilebilir.

Google+ WhatsApp