Müziğe tutunan bir yaşam: MÜSLÜM!
Fransa'nın başkenti Paris'in en ünlü tarihi yapılarından Notre-Dame Katedrali'nde yangın çıktı. Hızla yayılan alevleri kontrol altına alırken Notre-Dame’ın dünya tarihi için önemi büyüktü
Ali Ekber Çiçek’in “Haydar Haydar” eseriyle bir döneme damgasını vurmuş, geniş hayran kitlesine ulaşmış Müslüm Gürses’in hayatını anlatan "Müslüm" filmini izlemeye başlıyoruz.
Kendi açımdan baktığımda Arabesk müziğine mesafeli, içinde sürekli acı barındıran bu müzik türünün insanda yarattığı mazoşist durumu, bir anlam veremeden bazı sorular belirdi aklımda…
Arabesk müziğinin temsilcilerinden Müslüm Gürses’in onca şarkısı varken neden bir Alevi ozanın başarılı eseri "Haydar Haydar", filmin ana unsurunu oluşturuyordu?
Filmi izledikten sonra Ali Ekber Çiçek’in bir çok ülkede ders müfredatına girmiş senfonik eseri ‘Haydar Haydar’ı, ozanın da dediği gibi ‘’Sevgi, ayrılık, zulüm, yoksulluk, gam ve keder ‘’den oluşuyordu yani Müslüm Gürses’in trajedilerle dolu hayatı gibi…
Toplumun en yoksul ve psikolojik olarak en problemli kesimine ulaşan Müslüm Gürses’in gerçekliği Müslüm Baba olarak kabul görüyordu hayranları tarafından...
Annesi ve kız kardeşi babası tarafından gözleri önünde öldürülen bu travma ile yaşamak zorunda kalan Gürses’in acılarından uzaklaşmak için tutunduğu tek şey müziktir. İlk tanıştığı müzik türü ise Türküler ve deyişlerdir.
Filmde, çocuk yaşta, tesadüfen girdiği Adana Halkevi'nde bağlama ustası Limoncu Ali'yle tanışan Müslüm Gürses, kendisinden hem müzik bilgisi hem de ileriki yaşlarında sıkça hatırlayacağı çok önemli hayat dersleri alır. O derslerden en önemlisi koşulsuz insan sevgisidir.
Genç kuşak edebiyatçılarının başarılı ismi Hakan Günday’ın filmin senaryosunu kaleme alması arabesk figürü olmaktan çıkarıyor Müslüm Gürses’i. Çünkü sanatçı 70’li yılların arabesk ilahı değildir aslında 70’li yıllar Anadolu’sunun çorak topraklarından çıkan arabesk bir hayatın yansımasıdır. Derdi arabesk yapmak değildir onun. Onun derdi hayatını müziğe, müziği de hayatına dokundurmaktır. Hayatından aldığı bu acı dokunuşlar onu istese de istemese de arabesk müziğin içine bırakacaktır.
Yaşam koşulları nedeniyle Halk evinden ayrılıp pavyonda şarkı söyler, daha sonra binlerce kişinin Müslüm Babası olur.
Filmde anladığımız kadarıyla Gürses’in bir diğer özelliği ise politik görüşünün olmaması, her hangi bir ideolojiye yakınlık duymaması. Ancak elinden bırakmadığı Yunus Emre kitabını, rehber edinmesi sanatçının “tüm insanlar eşit olmuştur ve her insan aynı haklara sahiptir; hiç bir insanın, bir diğer insana göre üstünlüğü yoktur” öğretisini benimsemesidir.
Oysaki sanatçının diğer meslektaşlarına baktığınızda Orhan Gencebay ve İbrahim Tatlıses gibi isimler, sanatını var etmek için bir politik görüşe daha doğrusu, dönemin iktidarlarına yakın temas içerisindedirler ya da fikir beyan etme zorunluluğu hissetmektedirler. Gürses ise insanın ve duygularını temel alıyor sanatında.
Geniş bütçeli Hollywood tarzı efekler ile başlayan film her ne kadar biraz rahatsız edici de olsa Müslüm Gürses’e hayat veren Timuçin Esen’in sade ve başarılı oyunculuğu güzel bir biyografi sunuyor insana…