DÜNYAYA BAKIŞI PANDEMİ Mİ DEĞİŞTİRECEK?
Gazeteci- Yazar Umur Talu, insanlık tarihini derinden sarsan salgınları kaleme aldığı “Senin Adın Corona olsun” kitabını değerlendiriyoruz
Türkiye basınının önde gelen yazarları arasında bulunan usta gazeteci Umur Talu'nun son kitabı, "Senin Adın Corona Olsun" insanlığı salgın tarihine götürüyor. “İnsanlığın salgınla maceraları” başlığıyla yüzlerce isim, yüzlerce birbiriyle bağlantılı yaşanmış öyküsünü bize aktarıyor. Sınıfsal olarak çalışmak, o işi kaybetmemek, işsizlik problemi varken görmediği bir virüsü boşverip o işe gitmek zorunda kalanlara dikkate çeken Umur Talu ile PEN Yazarlar Derneği tarafından ayın kitabı seçilen “Senin Adın Corona Olsun” kitabını konuşuyoruz.
- Sizin kitapla yolculuğunuzdan başlamak istiyorum. Kitap nasıl bir hazırlık aşamasıyla çıktı? Ciddi bir arşiv çalışması var.
Çok öncesi neredeyse çeyrek asır önceye dayanıyor. Yurtdışındayken aldığım Laurie Garett’in The Coming Plague - Gelecek Salgını adını taşıyan kitabı okumamla başladı. Hatta Milliyet’te birkaç makale de yazmıştım. Kitabı okuduğumda gelecekte de birçok salgının olacağına ikna olmuştum. Sonra aradan zaman geçti, gündem değişti. Corona başlamadan önce radyasyon onkolojisi tarihi ile ilgili bir araştırma yapıyordum. Hafif hafif aşina olmaya başlamıştım tıp tarihine. Corona başlayınca bu çalışma içinde yolculuklara dönüştü. 40 yıllık gazeteciliğimde, uyguladığım gazetecilik yöntemleriydi, onları kendime uyguladım bu sefer.
- Kitabı okurken dikkatimi çeken noktalardan biri şu, bugün Coronavirüsün yayılmasını önlemekte geçerli yöntemler, hemen her salgında etkili, ilaç ve aşı dışında hemen hemen aynı. Bugünden geçmişe baktığınızda nelerin değiştiğini görüyorsunuz?
İspanyol gribinin bile hesabı onlarca yıl sonra yapılmış. Dolayısıyla iletişim farklı, iletişim araçları farklı. Elimizde bir sürü sosyal medya imkânı var. Bazı işler için evden çalışma mümkün. Fakat bunun dışında insanın ana karakteri çok değişmiyor. Korkuları, endişeleri, nefretleri, bir ötekini suçlama biçimi, devletlerin hemen otoriter bir yönetim arama çabaları, iş yerlerinin insanların üstüne hemen demokrasinin kılıcını koymaları, çaresizlikler vb. şeyler hemen hemen aynı. Dediğiniz gibi temel korunma yöntemleri yüzyıl öncesinden daha da eskiye dayanıyor, Kolerayla başlayan bir süreç.
- Sağmalcılar’da yaşanan kolera salgını sonrası yaşanan kayıplar nedeniyle semtin ismi Bayrampaşa olarak değiştiriliyor. Ancak biz bu konularda yeterli bilgiye sahip değiliz. Sizce neden bu bilgilere hiç yer verilmiyor?
Toplumların bu konuda bir eğitimi yok. Okullarda salgın hastalıklara karşı bir eğitim verilmiyor. Tarih anlatılırken salgınlardan bahsedilmiyor. Öyküleri hazırlarken daha çok içine girdim ve çok etkilendim. Çok saygı duyduğum şeylerle de karşılaştım, çok heyecanlı labirentlerde de dolaştım. I. Dünya Savaşı’nın sonu tüm dünya için çok önemli. İmparatorluklar parçalanıyor, Balkanlar, Kafkaslar yeniden şekilleniyor. Sömürgecilik yeni bir biçim alıyor ve Sovyet Devrimi oluyor. Kurtuluş Savaşı, İrlanda’ da da ayaklanma, Hindistan’da ise bir bağımsızlık mücadelesi var. Fakat bunların dışında bir salgın var. Ancak biz buna tarih kitaplarında rastlamıyoruz. Daha da önemlisi Türkiye’de bir padişah (Mehmet V. Reşat) bu yüzden ölüyor, yerine Mehmet VI. Vahdettin geçiyor ve o arada sadrazam olan Ahmet İzzet Paşa yine yatağa düşüyor ve Mondros’un yatağında imzalanmasını kabul ediyor.
- Salgınlar büyük kayıplara neden olsa da insanların ders çıkarmıyor?
Evet, salgın 1 milyondan fazla ölüme neden oldu. Başımıza geldiğinde bilinçleniyoruz, gelmediğinde umurumuzda olmuyor. Domuz gribi, Kuş gribi konusunda bile bir fikrimiz olmadı. Ama Corona öyle değil. Artık bunun hakkında çok fazla bir bilgimiz var. Yaşam tarzımızın içinde bol bol virüsler var. Ne doktoru olursa olsun temel salgın hakkında bir bilgisi olmalı. Sırf doktorlar da değil, okullar, işletmeler hepsi salgınlar hakkında bilgi edinmeli.
- Kitapta “Tarihi, sınıf mücadeleleri yapar, tarihi, mücadelelerin yaptığından eminim. Tarihi bazen sınıf savaşları dışında, başka mücadeleler de yapıyor olabilir miydi?” sorusunu yöneltiyorsunuz. Burada neden vurgu ihtiyacı duydunuz?
Benim siyasi kültürüm, gençliğimden beri tarihi sınıf mücadelelerinin yaptığına dair. Bunu geniş bağlamda hala kabul ediyorum. Ama Tarihi izah etmek açısından bu yeterli değil. Çünkü tarihin içinde başka mücadele biçimleri de var. Aşıyı bulan insanların mücadelesi ve bir doktorun bir insanı kurtarması da tarihin akışını değiştirebiliyor. Einstein örneği var. O yüzden o tür mücadelelerin de tarih yapıcı olduğuna inanıyorum.
- Salgına rağmen işi gitmek zorunda olan insanlar var.
Gizli bir sınıf mücadelesi meselesi var. O da şu; Corona evet birçok şöhretli insana da musallat oluyor, birçok varlıklı insanın canını da alıyor. Ancak en çok ölenler hala sınıfsal olarak en zor durumda olanlar. Sınıfsal olarak, çalışmak, o işi kaybetmemek, işsizlik problemi varken görmediği bir virüsü boşverip o işe gitmek zorunda olanlar. Sağlık erişimi zayıf olanlar, tabakhane işçileri; zaten ciğerleri mahvolmuş. Zengin ülkelerin birçoğu çok fena çarpıldı. Fransa, ABD, İtalya, İngiltere ve İsveç başka bir yöntem uygulayarak ciddi kayıplar verdi. Belçika, Hollanda ve Afrika’da öyle müthiş bir yıkım olmadı. ABD’de ise ölüm oranları siyahlarda daha fazla. Arizona, New Mexico gibi yerlerde Kızılderililer salgından daha çok etkilendiğini görüyoruz. Dolayısıyla bunun içinde bile bir sınıfsal mesele var. Yapısal ırkçılıktan bahsediyor birçok doktor ve haklı olarak.
- Yapısal ırkçılığa değinebilir miyiz?
Sadece George Floyd’un bir polis tarafından yere yatırılıp boğazına diziyle basılıp nefessiz bırakılması değil. Zaten George Floyd’ların genel olarak yaşam koşulları, maruz kaldıkları ayrımcılıklardan ötürü bu tür hastalıklara yahut başka birtakım yıkımlara daha açık olmalarıdır. Kitapta doktor yapılmayan siyahların mücadelesi de var. Siyah olduğu için hastaneye alınmayanlarda…
- Okuyucunun hangi duygularla kitaptan ayrılmasını istediniz?
İnsanlığın kendi ortak kaderini birlikte sağlayabileceğine bir inancım var. Sınırlar kapandı, eski sandıklar açıklandı, nefretler ortaya çıktı. Fakat bu enternasyonal bir olay. Bundan öte daha ne anlatılabilir ki…
- Bu araştırmayı yaparken sizin için en ilginç öykü hangisiydi?
Ayırmayayım şimdi. Hepsini çok severek yazdım. Frene basmasaydım hepsi daha da uzardı.
Hepsi birbirinden ilginç. Doğumundan hemen sonra Annesini ve ikiz ablalarını İspanyol gribi salgınında kaybeden küçük bir çocuğun 8 yaşında bir tavuk çiftliğinde çalışırken sonradan bir üniversite şansı bulup gidip oradan müthiş bir aşı dehası olarak bütün dünyaya aşıyı üretmesi heyecan verici bir şeydi. Dr. Maurice Ralph Hilleman’ın 1957’de bulduğu aşı o zaman milyonlarca hayat kurtarmıştı. Nitekim o da gazetelerde yer alan Hong Kong’da bir virüsün çıktığına dair haberlerden etkilenmişti. Bugün Almanya’daki iki Türk’ün izahı da bu. Tabii onların çok sistemli zaten çalışmaları vardı ama kansere karşı. Onlar daha o anda aralıkta duydukları haberle bunun bir pandemiye dönüşeceğini anlamışlardı. Dolayısıyla aradan 100 yıl geçse bile hikayeler birbirine benziyor.
Ayın kitabı seçildi
Kitapta salgından geliyoruz ama içeride bir sürü başka maceralar var, Dolandırıcılık öyküleri, casusluk öyküleri, Agatha Christie’ler, Josephine Baker’lar, filmler, diziler, kitaplar… Bunların arasındaki bir sürü bağlantı açıkçası beni çok şaşırttı. Mutlaka okuyup sevmeyen de vardır. Ama genellikle sevenleri duyuyorum. Onlar da çok şaşırarak birçoğunu okuduklarını anlatıyorlar. Bu açıdan beni en çok gururlandıran birkaç şey de oldu. Birincisi Ekim ayında, PEN Yazarlar Derneği tarafından ayın kitabı seçildi. Dolayısıyla orada kitaplara aşina olan edebiyata aşina olan hem çok özel okur hem yazar olan insanlar seçti. İkincisi kasım ayında Radyasyon Onkolojisi kongresi gerçekleşti. Orada herkesin elinde bu kitaptan vardı. Ben de oraya katıldım. 500-700 arası katılımcı olan sanal bir kongreydi. Sonuçta onlar bana göre uzman kişiler.
- Agatha Christie’yi ile ilgili bölümü okuduğumuzda ilginç bir bağlantı ile karşılaşıyoruz.
Corona sırasında çok şey okudum. Yurtdışından da bildiğim dillerden, burada da okudum. Bu şekilde bir kurgu yok. Bu benim kendi 40 yıllık gazeteci mantığım. Milliyet gazetesini yönetirken de böyle haber yapılmasını isterdim Yahut kendim köşe yazarken de böyle bakmaya çalışırdım. Dolayısıyla bunların hepsi, o bağlantılar beni şaşırttı. Agatha Christie’yi biliyoruz ama Agatha Christie’nin hem de İspanyol gribi salgınına denk gelen 1. Dünya Savaşı sırasında revirde gönüllü çalışıp zehirleri orada öğrendiğini, o zehirleri daha sonra kitaplarında kullandığını ayrıntılarıyla bilmiyordum. Salgın yanında bu hikayeler de akıyor. Bu ülkede de üstünde aşı deneyenler, en zor durumda yardımlaşanlar.
- Cüzzam konusunda Türkiye ve Dünyanın tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cüzzam göz önünde olmaması istenilen bir hastalıktı. Batıda ilginç bir tarihi var. Genel olarak toplum dışına atılma arzusu vardı. Bizim bakış açımızda farklı değil. Batı tarihinde ilginç bir şey var. Cüzzam hastanelerinin dönüştüğü şey tımarhane.
- Pandemi sizce nasıl yönetiliyor?
Fransa ve İtalya ilk dalgada çok afalladı. Bizdeki sorun ilk dalga geç geldiği için, yaşlıların itaati gibi önlemler hemen bir kolaylık sağladı. Uzman değilim ama mart ayında belliydi ikinci dalganın geleceği. Şu anda da ciddi bir sorun var. Salgın çok arttığı için hastaneye kabul gibi olaylar da sorun çıkıyor ama en büyük sorun bilgi saklama meselesiydi. Bu insanları afallattı. Tek başına çok büyük bir sorun var gibi davranamayız Türkiye için, en azından ABD’den sonra. İkinci dalga Türkiye’yi çok sarstı.
- Peki salgından sonra bizleri neler bekliyor? Sizce bir ders çıkarıldı mı?
Salgının esas yaratıcı olması gereken yer; ekonominin, insanların sorgulanması ve yeniden değerlendirilmesi. Bu virüslerin kaynağı insan ve hayvan ilişkisi... İnsanın tabiatla ve beslenmeyle ile ilgili şeylerin sorgulanması gerekiyor. İspanyol gribinin sonrasında birçok ırkçılığın azması gibi şu an dünya bunlara çok müsait. En azından global bir savaş yok. Umudum var insanlık için. Fakat tıp kendini çok yenileyecek. Bu arada birçok insanın gündelik hayatı ciddi bir biçimde etkilenecek.
- Şu an dünyanın en büyük sorunu olan pandemi süreci sizce nasıl aktarılacak?
Her döneme göre değişir. 14. yy. da vebayı yaşayanlar hemen bunu unutmak istediler belki de. Daha sonra kentleşmede bir devrim yaşandı. Hijyenik oldu çoğu yer. Ancak doğru dürüst hijyenik koşulları olmayan yerler hala mevcut. Geçtiğimiz günlerde Maradona’nın hayatını anlatan belgeseli izledim. Bir yıldızın peşine takılıyor gözlerimiz ama orada geride kalanlar var. Yoksulluk sadece parasızlık değil, sifon çekememekle bile izah edilen şey. Ciddi bir sorun. Sağlık sorunlarının temelinde de bu yatıyor. Orada bir kişinin aldığı bir virüs bütün kente yayılabilir.
Ümit Güçlü