İNSAN SEVGİSİYLE ATAN BİR EZGİLİ YÜREK

İNSAN SEVGİSİYLE ATAN BİR EZGİLİ YÜREK

Ruhi Su ölümünün 35 yıl dönümünde her yıl olduğu gibi bu yılda Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği’nin düzenlediği çeşitli etkinliklerle anılacak

Kendi deyişiyle “Birinci Dünya Savaşı'nın ortada bıraktığı çocuklardan biri”dir Ruhi Su. Anne babasını savaş sırasında kaybeder, on yaşında gönderildiği Öksüzler Yurdu’na gidene kadar oyun nedir bilmez. Çocukluğunu elinden alan savaş yıllarında öğrendiği türküler ile başlar müzik sevdası. Dördüncü sınıfa giderken keman çalmaya başlar ve klasik müzikle tanışır. Müzik eğitimi almayı kafasına koymuştur fakat o dönem çıkan bir kararla diğer tüm okul arkadaşları gibi askeri okula gitmek zorunda kalır. Ne var ki düşmüştür içine bir kez müzik tutkusu, ne yapıp edip ayrılır askeri okuldan. Ankara Müzik Öğretmen Okulu’nda başladığı eğitimini, konservatuvarın opera bölümünde sürdürmeye karar verir. 1936-1952 yılları arasında; Bastien Bastienne, Madam Butterfly, La Boheme, Atılmış Nişan, Fidelio, Maskeli Balo, Yarasa, Figaro’nun Düğünü, Rigoletto, Aşk İksiri gibi pek çok operada yer alır. Zamanla tüm ülkeden seyirciler tarafından tanınmaya , adını duyurmaya başlamıştır ki bir gün aniden tutuklanır.

 

            Operadan bu kadar ani şekilde koparılması da vazgeçiremez onu müziğe olan sevgisinden. Bu defa, çocukluğundan beri söylemekten hiç vazgeçmediği türkülere yönelir tekrar. “Türkü söylemek benim için aşk halidir. Türkü söyledikçe yeşeriyorum, çiçekleniyorum.”der. Öyle ki; sesinden dökülen türküler, zamanın Radyo Müdürü Vedat Nedim Tör’e “Türk müziğinin bu kadar güzel olduğunun ilk defa farkına varıyorum.”dedirtir. Bu sözle önünde başka bir kapı daha açılır Ruhi Su’nun; “Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor” anonslu bir radyo programı yapmaya başlar. Mikrofonun ucunda o, radyonun başında dinleyiciler; birlikte yeşerirler, çiçeklenirler üç yıl boyunca.

            Bu defa ise Alevi türküleri söylediği gerekçesiyle sustururlar sesini, sazını… Oysa Ruhi Su için türkülerin dini, ırkı, ayrımı yoktur; ona göre muhabbet insana, insan olanadır. O günlerde bir opera sanatçısının türkü söylemesi alışılmadık değildir. Fakat Ruhi Su’nun Türk müziğine kattığı fark; yıllar sonra öğrencilerinden Sümeyra’nın “Yeni olan, Ruhi Su’nun türküleri, onların değerini düşürmeden ve içlerini boşaltmadan, anlamlarını bozmadan birinci sınıf bir virtüozite ile bir sanat eserine dönüştürmesidir. Schubert veya Schumann’ın Lied’leri ne ise Ruhi Su’nun türküleri de odur aslında.sözleriyle anlatacağı bir yeniliktir.

 

            Ruhi Su’nun Türk müziğini geliştirmek ve zenginleştirmek adına oldukça önem verdiği bir şey daha vardır: çok seslilik. Çok seslilik, onun için tek sesli halk müziğimizin batı müziği içinde yer edinmesinin yoludur. “Batı tekniği ile işlenmiş müziğimizi dinlerken de kendi dilimizi ve kendi yaşantılarımızı bula bula çoksesliliğin tadını anlamaya alışacağız ve böylece batı müziği içindeki yerimizi alabileceğiz…” düşüncesinden hareketle Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde bir koro oluşturur. Elinde sazı, halkın izlediği yoldan gittiği günlerden birinde; dönemin pek çok sanatçısı gibi o da siyasi görüşü sebep gösterilerek tekrar tutuklanır.

 

Ama benim memleketimde bugün

İnsan kanı sudan ucuz
Oysa en güzel emek insanın kendisi

Kolay mı kan uykularda kalkıp

Ninniler söylemesi

(Sanat Emeği, Mayıs 1978)

         İşkenceleriyle ünlenen Sansaryan Han’ın tabutluk adı verilen hücrelerinde beş ay kalır Ruhi Su. Çok ağır işkenceler görür, kan uykularda geçer geceleri. Yine de dinmez sesi, nefesi. Toplam beş yıl geçirdiği hapishanede, arkadaşlarıyla bir koro kurar, sazını almasına izin çıkana dek tahta paspas parçalarından yaptıkları sazı çalar. Abidin Dino’nun deyişiyle “ömrünü aşıklara, türkülere adamış türkü devşiricisi”; tüm baskılara inat, onlarca türkü besteler dört duvar arasında.

         Tutukluluğu bittiğinde sürgün yılları başlar. Ankara’da, eşi Sıdıka Su ile birlikte verdikleri yaşam mücadelesinde imkanları çok kısıtlıdır. Ne sahneye çıkabilir ne operaya dönebilir. Ancak 1960’lı yıllarda, Karacaoğlan’ın Karasevdası filminin müziklerini yaptıktan sonra İstanbul’a dönme fırsatı bulur. Plak çıkarmak için plakçıların kapısını çaldığında, dönemin baskılarından sebep, kapılar bir bir yüzüne kapanır. Fakat o, Zeynep Oral’ın deyişiyle “Anadolu’dan ve halkından, binlerce yıllık birikimden, yöreden yöreye araştırıp derlediği türküleri, yürek yürek topladıklarını, damıta damıta biriktirdiklerini, çoğalta çoğalta sesiyle, sazıyla ve aklıyla ve yüreğiyle yine halkına verendir.” Bunca yıllık çabasını karşılıksız bırakmayan dostları ve sevenleri; emek emek, ilmek ilmek kurulan bir dayanışma sonucu plaklarını çıkarmak için gereken parayı bir araya getirirler. Böylesi bir fedakarlık; İmece Plakları’ndan çıkan ve dalga dalga yayılan Ruhi Su plaklarını topluma kazandırır. 1975 yılında ise Dostlar Korosu kurulur. Ruhi Su’nun yetiştirdiği yüzlerce sanatçıyla birlikte dayanışma; türkülerle, ezgilerle sayısız insana ulaşır.

         Hem Türkiye’de hem de 1977 yılında çıkarttığı pasaportunun süresi bitinceye dek yurt dışında, çok ses getiren birçok konser verir Ruhi Su. Yakalandığı prostat kanseriyle iki sene mücadele eder ancak tedavisine yurt dışında devam etmesine izin verilmez. 20 Eylül 1985’te hayata gözlerini yumduğunda, on binlerce insanın katıldığı bir cenaze töreni ile sonsuzluğa uğurlanır. Ancak Oktay Akbal’ın söylediği gibi; o ölüp gitmekle unutulacak, anısı silinecek, hafızalardan yavaş yavaş yok olacak biri değildir.

         Ruhi Su, çocukluğunun ilk yıllarını anlatırken; “Öksüz olduğumu pek kimseye söyleyemedim anlatamadım… Toplumumuzda hala aşiret anlayışı var. İlk iş ‘kimlerdensiniz’ derler. Kendini yetiştirmiş olmanın önemi hala anlaşılamadı da…” demiştir. Bugün, zamanında ona sorulan “kimlerdensiniz” sorusunun çok net bir cevabı var. Bizdendir, bizlerdendir. Kurduğu Dostlar Korosu’nun türkülerinde, halkın ezgilerinde, daha adil bir yaşam düşlerinde, derdi-sevdası insan olanların dilindedir.

Google+ WhatsApp