Sinema, küçük bir zümrenin elinde gibiydi!
8. Malatya Uluslararası Film Festivali bünyesinde düzenlenen "Ustalık Sınıfı" söyleşisinde Nuri Bilge Ceylan Malatyalı sinemaseverler ve basın mensuplarıyla buluştu.
8. Malatya Uluslararası Film Festivali'nin önemli etkinliklerinden "Ustalık Sınıfı" söyleşisinin konuğu Nuri Bilge Ceylan idi. Yönetmen Mehmet Eryılmaz'ın moderatörlüğünde geçen söyleşide Ceylan, kariyerinin başında yaşadığı zorluklardan yeni filminde odaklandığı konulara, sanat hakkındaki düşüncelerinden kendisini etkileyen konulara kadar birçok farklı konularda dinleyicilerden gelen soruları cevapladı.
Genel olarak soru-cevap şeklinde ilerleyen söyleşide Nuri Bilge Ceylan, sözlerine uzun süredir Türkiye’de böyle bir Master Class yapmadığını, tanıdık simalar görmekten mutlu olduğunu söyledi. Ceylan, sözlerine şöyle devam etti:
‘Ben kendimi usta saymıyorum. Benim penceremden öyle değil. Ben öğrenci gibi görüyorum kendimi. Sinema sonu olan, bilinen bir şey değil, devamlı öğrenilen bir şey. Ben buraya bildiklerimi değil yanlışlarımı da anlatmak için geldim. Bazen en büyük öğretmen yaptığımız yanlışlar oluyor. Bildiğimi zannettiğim şeyleri hemen unutuyorum. Onlar ilgi alanıma girmiyor. Eksiklerimi yanlışlarımı çekinmeden paylaşmak isterim. Sinema yapmak benim için bir tür itiraf alanı aslında. Kendim de film seyrederken aslında bir tür itiraf ararım. Bildiklerini anlatan öğretmen gibi filmlerden canım sıkılır.’
‘Neden sinema?’ sorusunu ise Ceylan, şöyle yanıtladı: ‘Onu tam olarak bilmiyorum. Belki roman yazma yeteneğim olsaydı onu tercih edebilirdim. Yalnız üretme olanağı sağladığı için. Sinema benim için daha kolay, yapabildiğimi düşündüğüm bir alan. Ama edebiyatı çok severim. Belki sinemadan bile çok severim. Bana her zaman daha derine inebilmiş bir sanat olarak görünmüştür. Tabii daha uzun da bir geçmişi var. Sinemanın tam olarak bir Dostoyevski çıkarabildiğini düşünmüyorum henüz.’
Sonrasında sinema yapmaya nasıl karar verdiğinden bahseden Ceylan, yönetmen olmaya askerde karar verdiğini anlattı. Ceylan, sözlerini şöyle sürdürdü:‘Askerde karar verdim sinema yapmaya. Bunun nedeni uzun süren yalnızlık. Askerde çok yalnızdım. Çok kitap okuyordum. Bu, hayatım için daha büyük kararlar vermeme neden oldu. Okul bitmişti, hayat boş geliyordu, ne yapacağımı bilmiyordum. Denize düşen yılana sarılır durumu oldu. Kitaplar aldım, tekniğini bilirsem bu işi hallederim gibi geliyordu. Pek tanıdığım yoktu, çok küçük bir zümrenin elinde gibi geliyordu sinema. Onun için sadece kendi kişiliğime uygun yeni bir yöntem yaratma durumunda kaldım.’
Seyircilerden gelen ‘Karakterlerinizi seçerken nelere dikkat ediyorsunuz?’ sorusuna Ceylan şöyle cevap verdi:
‘Muhakkak ki insan doğasının kendime göre şaşırtıcı birtakım niteliklerini ortaya çıkarabilecek bıçak sırtı durumlar ortaya çıkarmaya çalışıyorum. Beni heyecanlandıracak durumları ortaya çıkarabilecek karakterler, olaylar yaratmaya çalışıyorum. Son filmde senaryoyu birlikte yazdığımız Akın’ın babasından ilham aldım. Karakteri çok ilgimi çekiyordu, aynı yansımaları babamda da görüyordum. Diş geçiremediğim, acısını çektiğim, kendime bile itiraf etmekten çekindiğim biraz karanlık bölgelere dalmak istedim.’
Konuşmanın başında, sanata yaklaşımını itiraf olarak değerlendirmesine yönelik gelen bir soruya ise Ceylan şöyle yanıt verdi:
‘Sanat öyle bir şey ki normal hayatta söyleyemeyeceğiniz, kendinizden bile sakladığınız şeyleri daha güvenli bir mesafeden bir karakterinize yükleyerek söylemenizi sağlar. Bazen icabında reddedilirsiniz. Yine de sizin o konuda düşünmenize ve sizi sağaltmaya yarar. Hepimiz bir öğretmen edasıyla bildiğimiz şeyleri anlatırsak ne anlamı var. İnsan ilişkisi zayıflıklarımız üzerinden kurulur. Bir insanla arkadaş olmak isterseniz onunla bir adım ileriye gitmek isterseniz, bir itirafta bulunmak gerektiğini hissedersiniz. Çünkü gerçek ilişkinin öyle kurulabileceğini düşünürsünüz. Kültür denen şeyin itiraf denen mekanizmayı daha çok beslemesi, desteklemesi gerekiyor bir şekilde. En azından cezalandırmaması gerekiyor. Ben kendi zayıflıklarını ortaya koymaya çalışan birine her şeyimi veririm.’
Sette ekibiyle nasıl çalıştığı yönünde gelen bir soruya başarılı yönetmen bunun teknik bir ilişki olduğunu ifade etti. Ceylan, sözlerini şöyle sürdürdü:
‘Bir anlamda sinema benim için çok kolektif bir sanat değil. Hatta kalabalık içinde hissettiğiniz yalnızlık daha büyük bir şey. Sette siz bir şeylerle uğraşıyorsunuz ama kimse anlamıyor o an ne yaptığınızı. Sinema kalabalık olarak üretilen bireysel bir sanat. Sizin anlatmaya çalıştığınız o kırılgan şeyin yalnız taşımanız gereken bir şey olduğunu bilyorum.’
Tarkovski, Kiarostami, Dostoyevski gibi sevdiği yazar ve yönetmenlerden sık sık bahseden Ceylan, hâlâ çok fazla okumak istediği kitap, izlemek istediği film olduğundan söz etti.