
BİRAZDAN GENCO ERKAL GELECEK GİBİ...
Nazım Hikmet’i bu kadar iyi anlıyor ve tanıyorsak, buna Genco Erkal’ın katkısı şüphesiz çok büyük. O, aramızdan ayrılmadan önce dünyaca ünlü yazar Bertolt Brecht ve Nazım’ı Güneşin Sofrası’nda buluşturdu. Her iki yazarın hayatlarını kendi sahneye yansıttı; bazen Brecht, bazen de Nazım oldu. Her iki yazarın sınıfsız ve sınırsız toplum özlemi, onları bir araya getiren ortak payda oldu. Bu kez sofrada kendisi de vardı. Rol arkadaşı Tülay Günal, yönetmen koltuğuna oturdu ve Nazım, Brecht ile Genco’yu aynı sahnede bir araya getirdi. Yurdaer Okur, Genco Erkal’a hayat veriyordu.
Genco Erkal, Güneşin Sofrası'nda, bir yandan Brecht’in ve Nazım’ın eşit toplum hayalini işlerken, bir yandan da bu iki büyük ismin arayışlarını, özlemlerini ve karşılaştıkları idealleri sahneye taşımayı başardı. Her ikisinin de arzusunu, beklentilerini ve hayallerini aynı sofrada buluşturdu. Bir an, sahneye baktığınızda Brecht ya da Nazım, zaman zaman Genco’nun kimliğiyle birleşiyor, bazen de onun yerine sahnede yer alıyorlarmış gibi bir hissiyat doğuyordu. Genco, hem Brecht’i hem de Nazım’ı kendi benliğinde eritmiş, her iki yazarın özlemlerine ne kadar içten bir şekilde sahip çıkmıştı.
“Güneşin Sofrasında Nazım, Brecht ve Genco” başlıklı müzikli gösteri, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Cemal Reşit Rey (CRR) Konser Salonu’nda 27 Şubat akşamı sanatseverlerle buluştuğunda, Genco Erkal’ın olmaması, izleyicilerin aklında hâlâ onun sesi ve duruşunu canlı tutuyordu. Ancak, Tülay Günal’ın yönetmenliğini üstlendiği projede, Genco Erkal’ın eksikliği bir şekilde hissettirilmemişti. Tülay Günal, Genco’nun mirasını taşıyarak, onun yokluğunda bile performansıyla sahnede adeta onun varlığını hissedebileceğiniz bir hava yarattı. Günal, mütevazı duruşuyla tanınan bir sanatçı olarak, belki de daha çok konuşulmayı hak ediyor. Sahneye koyduğu her hareket, her bakış ve her adım, onun neden başarılı bir oyuncu olduğunu açıkça gösteriyor. Canlandırdığı her karakterde ve söylediği her şarkıda sizi kendine hayran bırakıyor.
Oyun boyunca Nazım, Brecht ve Genco’nun fotoğrafları duvarda asılıydı. Gözlerinde, aranızda olmasak da “yapacak çok işimiz var” der gibiydi. Umutla bakıyorlardı.
Sade bir dekorla, şiirselliği ön plana çıkaran bu oyun, üç büyük isimi birleştirmekle kalmıyor. Adalet, arayışında yol gösteriyor adeta.
Yurdaer Okur’un rolü üstlenmesi ise bu yolculuğun duygusal boyutunu derinleştiriyor. Okur, usta bir sanatçı olarak sahnede Genco Erkal’ın mirasını ne kadar hak ettiğini bir kez daha ispatlıyor. Sahnenin her köşesinde Nazım Hikmet ve Bertolt Brecht’in hayalini yaşatmak, yalnızca bu iki büyük yazarı anmak değil, aynı zamanda onların yarattığı idealleri günümüze taşımak demekti. Genco Erkal, hem bir oyuncu olarak hem de bir sanat insanı olarak, bu görevi tüm samimiyetiyle üstlendi ve en güzel şekilde yerine getirdi. Bu performans, hem geçmişi hem de geleceği kucaklayan bir köprü oldu; sanatın gücünü, insanlık ideallerine olan inancın bir yansıması olarak ortaya koydu.
Genco’nun bu sahnede olmaması, onun mirasının hâlâ taze ve güçlü bir şekilde yaşamaya devam ettiğini, izleyen her bireye dokunduğunu bir kez daha gösterdi. Genco Erkal, Brecht ve Nazım’ın sonsuz sofralarında, bir ışık gibi parlamaya devam edecek.
Genco Erkal’ın özel olarak uyarladığı metinler, insanlık durumu ve idealler üzerine düşündürürken, izleyiciyi 20. yüzyılın büyük edebi düşünürlerinin sesinden adalet, eşitlik ve özgürlük arayışlarına götürdü. Yurdaer Okur, “60 yıl önce yazılmış bu metinlerin güncelliği, onların evrenselliğini ve gücünü gözler önüne seriyor. Sanki bugün, yaşadığımız dünyayı anlatıyormuşuz gibi hissettik.” diyor.
Müzikal altyapı da gösteriye ayrı bir boyut kazandırdı. Cem Karaca, Fazıl Say, Hanns Eisler, Kurt Weill, Tarık Öcal, Timur Selçuk ve Zülfü Livaneli gibi önemli bestecilerin eserlerinden ilham alınarak oluşturulan müzik, sahnedeki anlatıma derinlik kattı. Müzikal düzenlemeleri üstlenen Yiğit Özatalay, gösterinin melodik dokusunu özenle şekillendirirken, müzik ekibi de etkinliğe eşlik eden bir orkestral zenginlik sundu. Piyanist Yiğit Özatalay, viyolonsel ve vokal yorumlarıyla Deniz Doğangün, klarnet ve alto saksafonla Çağdaş Engin, davul ve glockenspiel ile Mustafa Kemal Emirel, her bir enstrümanıyla metnin duygusal yükünü güçlendirdi.
Tülay Günal, müziğin tiyatrodaki rolünü şu sözlerle açıkladı. “Bir oyuncu olarak, her karakterin kendine ait bir ritmi olduğuna inanıyorum. Müziğin bu ritme eşlik etmesi, anlatının gücünü katbekat artırır. Epik tiyatroda müzik, yalnızca bir fon müziği değil, anlatının derinliklerine inen bir yol arkadaşıdır.”
Oyun boyunca sanki birazdan Genco Erkal gelecekmiş hissi veren gösterinin finalinde, Genco Erkal’ın sesinden Nazım şiiri dinlemek, herkesi bir kez daha duygulandırdı.
Genco Erkal’ın sanatsal anlayışını yansıtan bu gösteri, salonu dolduran izleyiciler tarafından ayakta alkışlandı. Nazım Hikmet ve Bertolt Brecht’in zamansız ideallerinin, müziğin ve tiyatronun birleşimiyle yeniden hayat bulduğu bu özel akşam, kim bilir belki bu ekip Genco Erkal’ın hayatını da sahneye taşır sorusunu getirdi? Ne güzel oldu Genco Erkal’ı yeniden görmek.