
Mickey 17: İnsanlık ve Hayatta Kalmanın Derin Sorgusu
Bong Joon-ho'nun yeni filmi Mickey 17, toplumsal sınıf farklarını ve ekonomik eşitsizliği işleyerek, kara mizahı bilim kurgu ile harmanlayan bir yapım olarak dikkat çekiyor. Oscar ödüllü yönetmen, sinemasındaki derin sosyal temalar, zekice yapılandırılmış hikayeler ve etkileyici karakter derinlikleriyle tanınıyor. Bu filmde ise, daha önce Parazit ve Snowpiercer gibi toplumsal yapıları sarsıcı bir biçimde ele almıştı. Ancak Mickey 17 ile Joon-ho, bilim kurgu türünde yeni bir cesur adım atıyor.
Film, Edward Ashton’ın Mickey 7 adlı romanına dayanan bir uyarlama. Ashton, karanlık mizah ve felsefi derinlik barındıran eserleriyle tanınan bir yazar. Ülkemizde İthaki Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılan bu eser, Mickey 17 adıyla 7 Mart’ta vizyona giriyor. Bu ikiliyi bir araya getiren Bong Joon-ho, bilim kurgu türündeki yaratıcı yaklaşımını ve toplumsal temaları etkileyici bir şekilde harmanlamayı başarmış.
Bir Başkaldırı Hikayesi mi, Varoluşsal Bir Keşif mi?
Film, Robert Pattinson’ın canlandırdığı Mickey Barnes’ın Dünya’dan acilen kaçmak zorunda kalmasıyla başlar. Mickey, herhangi bir yeteneği olmayan, hayatta kalmak için başvurabileceği pek bir yolu olmayan bir adamdır. Sonunda, kendisini tehlikeli ve ölümcül görevlerle yükümlü bir "harcanabilir" olarak bir koloni gemisinin mürettebatında bulur. Burada, izlediğimiz Mickey, kelimenin tam anlamıyla ve mecaz anlamda sürekli olarak yeniden yaratılan, öldürülen ve yeniden doğan bir karakterdir. Ancak her ölüm, onu bir adım daha insani yapar ve bu yolculuk, Bong Joon-ho'nun insana dair derin soruları keşfetmesine olanak tanır.
Mickey 17’in temelinde bir başkaldırı hikayesi gibi görünen ancak çok daha derin bir varoluşsal mücadelenin yattığını söylemek mümkün. Mickey’nin sürekli öldürülüp yeniden yaratılması, insanın toplumda birey olma arzusunu simgeliyor. Ölüm ve yeniden doğuş döngüsü, onu ve çevresindeki dünyayı sorgulayan bir keşfe dönüşüyor. Film, özünde, insan olmanın ne demek olduğunu sorgularken, aynı zamanda bu keşif yolculuğunu bir aşk hikayesiyle harmanlıyor.
Pattinson’dan Derin Bir Performans: Hayatta Kalma ve Kimlik Arayışı
Robert Pattinson, Mickey’nin kırılgan ama aynı zamanda güçlü bir karaktere dönüşümünü etkileyici bir şekilde sergiliyor. Mickey, pek çok hayal kırıklığına rağmen, giderek daha zekice bir şekilde hayatta kalma ve kendini geliştirme yolunu buluyor. Pattinson, karakterin her ölümden sonra daha derin bir anlayış ve bağ kurarak, izleyiciye insani olanı ve hayatta kalma mücadelesini sorgulatan bir performans sunuyor. Mickey’nin yolculuğu yalnızca fiziksel hayatta kalma çabası değil, aynı zamanda bir anlam ve kimlik arayışıdır.
Kenneth Marshall: Siyasi Bir Figür ve Toplumsal Eleştiri
Mark Ruffalo’nun canlandırdığı Kenneth Marshall karakteri, yeni gezegenin kontrolünü kendi ideolojileri doğrultusunda şekillendirmeye çalışan bir diktatör olarak karşımıza çıkıyor. Ruffalo, filmdeki karanlık politik alt metni güçlü bir şekilde yansıtıyor. Karakterin "saf beyaz bir dünya" inşa etme arzusu, filmin derinlemesine sorguladığı toplumsal adaletsizliği, ırkçılığı ve gelecekteki olasılıkları düşündürürken, izleyicinin kalbinde acı bir yankı uyandırıyor.
Bong Joon-ho, Mickey 17’de bilim kurgu türünü sadece hayatta kalma mücadelesinin ötesine taşıyarak, insana dair evrensel sorularla buluşturuyor. Kolonileşme ve yabancı dünyalar üzerine yapılan geleneksel anlatıların ötesine geçiyor. Ayrıca toplumsal ve bireysel özgürlük, adalet ve insanın evrimi üzerine derin bir felsefi sorgulama yapıyor. Filmdeki romantizm ve umut duygusu ise izleyiciye geleceğe dair iyimser bir bakış açısı sunuyor. Mickey’nin, yalnızca hayatta kalma mücadelesini değil, aynı zamanda kişisel evrimini ve insanlık adına küçük bir zaferi kutlaması, filmi ilham verici bir deneyim haline getiriyor.
Kadın Karakterlerin Yeniden Tanımlanması
Bong Joon-ho, Mickey 17 ile kadın karakterlerin gücünü yeniden tanımlıyor. Filmde Naomi Ackie’nin canlandırdığı Nasha karakteri, yalnızca hikayenin bir destekleyicisi değil, aynı zamanda güçlü ve bağımsız bir figür olarak öne çıkıyor. Hollywood filmlerinde genellikle naif ve kırılgan figürler olarak görülen kadın karakterlerin aksine, Nasha, zeka ve direncini vurgulayan bir karakter olarak sunuluyor. Bong Joon-ho, kadınların sinemadaki rollerini alışılmadık bir biçimde sunarak, kadın gücünü ve bağımsızlığını gözler önüne seriyor.
Katmanlı ve Düşündürücü Bir Bilim Kurgu Deneyimi
Sonuç olarak, Mickey 17, sadece bilim kurgu sevenler için değil, aynı zamanda toplumsal eleştiriyi ve insanlık halleri üzerine derinlemesine düşünmeyi sevenler için de unutulmaz bir yapım. Bong Joon-ho, yine tür film yapımını eğlencelik bir araç olmaktan çıkarıp, güçlü bir anlatı ve görsel şölenle toplumsal ve varoluşsal temalarla harmanlıyor. İzleyiciyi, insan olmanın ne demek olduğunu sorgulamaya davet ederken, Mickey 17 aynı zamanda bilim kurgu sinemasının ne kadar katmanlı ve düşündürücü olabileceğini mükemmel bir şekilde gözler önüne seriyor.
Ashton, Mickey 7'de kara mizahı, felsefi derinlikleri ve distopik bir bakış açısını ustaca birleştirerek okurlarını hem düşündürmeye hem de eğlendirmeye çalışıyor. Roman, hem bilim kurgu meraklılarına hem de toplumsal yapılar ve varoluş üzerine sorgulamalar yapmak isteyenlere etkileyici bir okuma deneyimi sunuyor. Bu nedenle, kitabı okuduktan sonra filmi izlerseniz, Art Haus bir yönetmenin bilim kurguya yaklaşımını daha net bir şekilde anlayabilirsiniz. Sinema dünyasında ise bu konuda görüşler ikiye ayrılmış durumda: Parazit filminden sonra, Mickey 17'in olmaması gerektiğini savunanlar olduğu gibi, her iki yaratıcı ismin de güzel bir iş ortaya koyduğunu düşünenler de var. Ben sanırım ikinci kategoriye dahilim. Fakat siz, en iyisi hem kitabı okuyarak hem de filmi izleyerek kendi kararınızı verebilirsiniz.